Yaralarınız var değil mi?
İçinize işleyen, kabuk bağladı sandıkça kanayan, kanadıkça sızladığınız.
Fark etmeden ruhunuzda taşıdığınız, hayatta başarılı, zengin, sevilen, tercih edilen biri olarak kapatmaya çalıştığınız yaralar.
Hatta öyle...
Yaralarınız var değil mi?
İçinize işleyen, kabuk bağladı sandıkça kanayan, kanadıkça sızladığınız.
Fark etmeden ruhunuzda taşıdığınız, hayatta başarılı, zengin, sevilen, tercih edilen biri olarak kapatmaya çalıştığınız yaralar.
Hatta öyle zamanlar oluyor ki, o yaraları kapatmak için insanlara sığınıyor, kendinizi koşulsuz teslim ediyor, ancak zamanla yaralarınıza iyi gelmek yerine daha çok kanattıklarını fark ediyorsunuz. Ne yapsanız, ne etseniz, ne tutsanız olmuyor. “Herkese ben koşuyorum, kimseye yetemiyorum, kimseye de yaranamıyorum.” “Kes bütün iplerini. Sen kukla değilsin. Kaderinin hakkını veren müthiş bir oyuncusun.” Sonra fark ediyorsun ki, kendisine iyi gelmeyene kimse iyi gelmiyormuş,
Sonra fark ediyorsun ki, kendi gözyaşını silmeyenin gözyaşını kimse silmiyormuş,
Sonra fark ediyorsun ki, kendisini anlamayanı kimse anlamıyormuş,
Ve sonra fark ediyorsun ki, hayatını kendisi için harcamayana kimse bir hayat vermiyormuş.
Öyle geç gelen bir farkındalık ki: “Kimseyle yorulmak istemiyorum, yeterince yoruldum.” “Kimsesizin halinden kimsesiz anlar.” Bir haber okumuştum geçtiğimiz yıllarda, “Elazığ’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden 12 yaşındaki ağır zihinsel engelli kızın cenazesi, annesinin cenazeyi kabul etmemesi nedeniyle kimsesizler mezarlığına gömüldü.” Kimsesizler Mezarlığı… Kime diyoruz “kimsesiz” diye? Kimsesi ölene mi? Kimsesini içinde öldürene mi? Türk Dil Kurumu’nun bir tanımının canımı yakacağı aklıma gelmezdi: “Boş, ıssız, içinde kimse bulunmayan.” O iç, yüreğimizin ta içi olabilir mi? Oradaki kocaman boşluk… En derin ıssızlıklar insanların yüreklerindekiler değil midir? İki hayat, iki kayboluş, iki yara…
Tüm yaralar bir şekilde geçiyor da aile yaralarını bir ömür sırtında taşıyor insan. “Ayakkabı vurduğunda ayağının arkasında bir yara açılır, çorap giydiğinde o yara çoraba yapışır, çorabı çıkarttığında kabuk kopar ve tekrar kanar. İyileşmesi zaman alır. Ayakkabıyı çorapsız giyemezsin, çorapla giysen yine yapışır. Aile yaraları biraz böyledir. Yürümekten vazgeçemezsin ve attığın her adımda canını acıtmaya devam eder.” Yıllar sonra oluşturacağı Meltem karakterinin yaralarını yılar önce
Gelirken Ekmek Al
Gelirken Ekmek Al kitabında tanımlamış
Şermin Yaşar
Şermin Yaşar, “Yürümekten vazgeçemezsin ve attığın her adımda canını acıtmaya devam eder.” Sahi, Meltem demişken…
Annesiz büyüyen bir kızın hikâyesi mi desem, varken bile yok olan bir babanın geriye bıraktığı sızı mı desem bilemedim. Kimi yalnızlıklar seçilmiştir, kimileri zorunda bırakılmışlık… Annesizliğe, babasızlığa, sevgisizliğe. “Çiçeği ha bir günde koparıp atmışsın kökünden, ha yavaş yavaş solmasına izin vermişsin.” Yavaş yavaş bir soluş, gelmeyeni bekleyiş… “Çok bekledim aslında. Beklemiyormuşum gibi yaptım ama hep bekledim.” Bazen siz yıllarca beklersiniz olmaz, sonra kafanızı kaldırıp bakarsınız, bekledikleriniz dünyada başkalarına ne güzel saçılmış. Bu acının tarifi yok… “Adaletsizliği kıskanıyordum. Sevginin size böyle boca edilirken, bana ve benim gibi pek çoklarına damla damla verilmesine dayanamıyordum.” Yalnız değilsin Meltem, hiçbirimize öyle boca edilmişliği yok, sadece kimimiz mutlu görünmeye çalışıyoruz hepsi bu. “Cevizleri ufalayıp kâselerin üzerine serptim. Selime Teyze… Ne yapıyordu acaba?” Bir de Selime Teyze vardı değil mi?
Bu kitabın asıl kahramanı o muydu yoksa dünyada o ve onun gibilere zamanla kıyıda köşede yer ayrıldığı için incelemede de mi kıyıda köşede kalmalıydı?
“Yaşadığım mahallede bir teyze vardı. Yalnız başına evde ölmekten korktuğu için sabah akşam, sıcak soğuk demeden gelir çocuk parkına otururdu. Bugün evinde ölmüş.”
Peki ya yaşlıların yegâne görevi yaşlanıp evinde yahut huzurevinde ölmek miydi? İsminde “huzur” geçen kaç yer insana gerçekten huzur verirdi? Yaşlanınca insanın duyguları, yapmak istedikleri, hayalleri olamaz mıydı? Zamana bıraka bıraka hepimizin ulaşacağı yer sonunda yaşlılık değil mi? Çığ gibi büyüyor dünyada 70 yaş üzeri intihar oranları ve insanların dilinde kalıplaşmış, basit, sevimsiz bir soru: “O yaşta ne derdi vardı da intihar etti?” Anlaşılmak istemenin, kaybolmanın, ruhun yalnızlığının, yitip gitmenin, azala azala bitmenin yaşı mı olur ki? “İnsan sanıyor ki kıyamet bir kerede kopacak. Belki herkesin kıyameti ayrı ayrı kopuyordur.” Aslında herkes haklı.
21. yüzyılın kıyameti de bu.
Hayatta herkesin kendi içinde mücadele verdiği savaşlar var ve dışarıdan bakan kimse onların mücadelesini göremiyor.
Kör Baykuş
Kör Baykuş misali, “Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.” Ve
Lev Tolstoy
Lev Tolstoy’un da dediği gibi kapanmayan… “Bu yaralar hiçbir zaman kapanmıyordu.” İnsanları davranışları, ihmal ettikleri, yetemedikleriyle suçluyorduk onların hikâyesini bilemeden. Evet, Selime Teyze haklıydı, ama işte hikâyeyi kimden dinlersek en çok o haklıydı. Burada başlıyor gerçek yazarlık işte! Haklı bir kahramanın değil haksız olduğunu düşündüğümüz kahramanın da zihninden kesitler buluyor ve sorgulamaya başlıyor
"Yas,sadece sevdiklerimizi kaybetmekle olmaz.Bir yaşama biçimini kaybetmek de yastır. Bir şehri bildiğimiz halde kaybetmek,rutinlerimizi kaybetmek de yastır.Hatta itikatlarımızı, dünyayla ilgili inançlarımızı kaybetmek de yastır."
"Yas,sadece sevdiklerimizi kaybetmekle olmaz.Bir yaşama biçimini kaybetmek de yastır. Bir şehri bildiğimiz halde kaybetmek,rutinlerimizi kaybetmek de yastır.Hatta itikatlarımızı, dünyayla ilgili inançlarımızı kaybetmek de yastır."
Durup dururken yazı yazmıyor insan.
Yazmak için bir derdinin olması lazım, normal olarak yaşamı sürdüremediğin için yazı yazıyorsun, bir yenilgiden sonra yazıyorsun..
Latife Tekin
Durup dururken yazı yazmıyor insan.
Yazmak için bir derdinin olması lazım, normal olarak yaşamı sürdüremediğin için yazı yazıyorsun, bir yenilgiden sonra yazıyorsun..
Latife Tekin
Şunu öğrendim ki balıkların çoğu yaşlanınca ömürlerini boşuna geçirdiklerini söyleyip yakınırlar. Sürekli sızlanıp herkesten şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum, hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek...
Şunu öğrendim ki balıkların çoğu yaşlanınca ömürlerini boşuna geçirdiklerini söyleyip yakınırlar. Sürekli sızlanıp herkesten şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum, hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü? Samed Behrengi - Küçük Kara Balık
Yazarın ilk kitabı, 1963 yılında dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşmuş, 'Eski Bahçe' adıyla 1978 yılında basılmıştır. Yazarın vefatıyla, sonraki öyküleri Eski Bahçe ile birleştirilmiş, 'Eski Bahçe-Eski Sevgi' adında 1987 yılında çıkarılmıştır....
Yazarın ilk kitabı, 1963 yılında dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşmuş, 'Eski Bahçe' adıyla 1978 yılında basılmıştır. Yazarın vefatıyla, sonraki öyküleri Eski Bahçe ile birleştirilmiş, 'Eski Bahçe-Eski Sevgi' adında 1987 yılında çıkarılmıştır. Eski Bahçe kısmında 11, Eski Sevgi kısmında 12 öykü olmak üzere kitap; 23 öyküden oluşmaktadır. Eski Sevgi bölümündeki 'Gökkuşağı, Rotterdam’da, Öğleden Sonra, Stein Alanı’ndaki Postanede, Papaz Kausch, Eski Sevgi' adlı 6 öykü Almanca yazılmış, yazarın ölümünden sonra, kardeşi Sezer Duru tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Ayrıca Eski Sevgi bölümündeki 4 isimsiz öyküye başlıklar, ilk baskıyı yapan Ada Yayınları tarafından konulmuştur. Tezer Özlü ile tanışma kitabım. İlk sayfalarda yazarın dilini, anlattıklarını, hayata karşı tavrını çok garipsedim ama kitabı okudukça beni içine çekti, belki de kendimden birşeyler buldum. Buhran, melankoli, karamsarlık, acı, umutsuzluk, ölüm, yalnızlık ögeleriyle ruhun kara bulutlarında dolaşırken bir baktım, kitap bitmiş. Betimleme yeteneği çok başarılı. İyi bir gözlemci olduğunu düşünüyorum. Okuyucuyu söylediği mekana götürüyor, anlattığı karakterleri gözde çok iyi canlandırıyor. Yaptığı tespitler çok yerinde; şu yaşadığımız zamanlarda birçok kişinin hislerine, o yıllardan tercüman olduğunu düşünüyorum. 1980 Türkiyesinin toplumsal olaylarında hissettiklerine, öykülerinde yer vermiş; varoluş sorgulamalarını, iç sancılarını çok güzel bir şekilde yansıtmış. İlk sayfalarda kitaba olumsuz ön yargılarla yaklaşsam da, kitabı bitirince sevmiş olmam dolayısıyla, yazarın diğer kitaplarını da okuyacağım.